Sanatı ve Tasarımı Hacklemek | Karşılaştırmalı Sanat Tarihi, Malevich ve Pak

Sanat tarihçisi Oğulcan Yıldırım, Kazimir Severinoviç Malevich ve Murat Pak’ın eserlerini sanat tarihinde yarattığı kırılmalar üzerinden karşılaştırıyor.

1878 yılında Kiev’de doğan geometrik soyut sanatın öncülerinden ve avangart süprematist hareketinin yaratıcısı olan ressam ve sanat teorisyeni Kazimir Severinoviç Malevich, yaşamını dünyanın çok çalkantılı yıllar arasında geçiriyor. Onun sanatı içerisinde yer alan geometrik formların esas kaynağı, bu çalkantılar arasında geçirdiği yıllarının düşünsel olarak bir tezahürü demekte sakınca yoktur. 17 Ekim 1905’te gerçekleşen Ekim Devrimi, yalnızca siyasal iklimin değil sanat atmosferinin de değişmesi demekti. Devrim sonrası tablolar, büyük kahramanlık hikayeleri anlatan, devrime övgüler yağdıran kompozisyonlar barındırıyordu. Bu atmosferin ardından çalkantılı yılları 1. Dünya Savaşı izlemiş ve sanat alanında da 1. Dünya Savaşı devam ederken oldukça önemli gelişmeler yaşanmıştır.*

Tüm bu iklimin içerisinde Malevich, kübizmden beslenen resmini, klasiklerin kopyasından ibaret görüyordu ve “yeni bir şey” yaratmalıydı. Kavramlardan ve nesnelerden kurtararak biricikliğe atıfta bulundu; biçimi ışığı, gölgeyi, kompozisyonu ve nesneyi yok ederek 1913 yılında kendini bulduğu “Siyah Daire” isimli eserini resmetti. 105.5 x 105.5 cm cm büyüklüğünde olan eser, beyaz bir zemin üzerinde siyah bir daireyi barındırıyordu. Devam eden yıllarda Malevich üslubunu devam ettirerek Siyah Kare’yi ve Siyah Haç’ı resmetti. Süprematist akımı da kendi soyut geometri resimlerini tanımlamak için kullandı ve öncüsü oldu.

Malevich bu psikoloji içerisinde resmini objeye bağlı görüşten, nesneden ve perspektiften kurtararak adeta tuvali yüklerinden kurtarmış ve hiçliği resmetmiştir. Yani Malevich’in hiçliğe ulaşması, eserlerini sadeleştirmesi ve nesneden kurtararak sadeleştirmesi ve basitleştirmesi hiç de basit bir şekilde olmamıştır.

Özetle Malevich, tuvalinden biçimi ve perspektifi atarak resmini yaratıyordu. Tıpkı Fransız heykeltıraş Rodin’in ‘’Taşın fazlasını atıyorum geriye heykel kalıyor.’’ diyerek eserlerini yarattığı gibi…

Pak da tam bu anlamda, sanatın ve tasarımın geldiği kaotik yapıyı eserlerinden kurtararak kendi üslubunu yaratıyor. 1 pixellik NFT’si de bu sanatsal pratiğin açık bir göstergesi, ardından devam eden ‘’Merge’’ ile yine aynı şekilde tasarımın yüklerinden kurtulan Pak, aslında zor olanın peşinden gidiyor. Basit ve sade kavramlarının çok uzun yıllar süren bir arınma olduğu gerçeği Pak’in eserlerinde açıkça görülebilmekte.

Sanat tarihinde yer alan sayısız isim gibi Pak da kendi üslubunu yaratmak ve ‘’yeni bir şey’’ söylemek için tasarımın yüklerinden kurtularak eserlerini yaratıyor. O yalnızca eserlerinde değil, NFT’lerinin kod yapısı içinde de tasarıma gidiyor. Bunu ‘’Merge’’ isimli eserinde kolaylıkla yakalayabiliyoruz.

The Merge isimli NFT tek bir cüzdanda diğerleriyle birleştirilmek üzere programlanmış toplu tokenlardan oluşan açık bir proje olarak tanımlanabilir. Proje, toplu alım oranı ne kadar yüksekse, koleksiyona dahil edilen NFT’lerin görsel niteliği o kadar artacak şekilde yaratıldı. Ayrıca koleksiyonerlere toplu alım oranlarına göre airdroplar verildi. Proje toplamda 26 bin koleksiyonere satıldı. En fazla tokenı elinde bulunduran kişiyse ‘’Alpha Mass’’ isimli başka bir eserle ödüllendirildi.

Merge için Pak; “Satın aldığınız tokenların boyutuna bağlı olarak sanat eseri değişecek ve farklı nitelikler taşıyacak. Metaveriler dahil olmak üzere hepsi zincir üstünde şifrelendi.” dedi.

Sanat tarihi yıllar içerisinde Pak’ı yazmaktan çekinmeyecektir. Çünkü Pak sanatsal pratiğiyle tasarımı ‘’hack’’leyen sanatçı olarak sanat tarihinde yerini aldı. İşte Pak’ın eserlerini bu kadar değerli kılan şey işte, yüklerinden kurtulmuş bu tasarım anlayışıdır.

*Bu yazının konusundan bağımsız olarak içinde yaşanılan dönemden sadece bir dipnot olarak bahsetmek gerekirse; bulunulan süreç içinde Dada akımı ortaya çıkmıştır. Dada kültürel ve sanatsal bir akımdır ve isim olarak fransızca “tahta at” anlamına gelen kelimeyle, savaşın anlamsızlığına da bir atıfta bulunarak savaşın barbarlığına, sanat alanındaki ve gündelik hayattaki entelektüel katılığa ve erotizme bir tepki ortaya koymak istemiştir. Mantıksızlık ve var olan sanatsal düzenlerin reddedilmesi Dada’nın ana karakteridir diyebiliriz. Dadaistler (Jean Arp, Richard Hülsenbeck, Tristan Tzara, Jacques Magnifico, Marcel Janco ve Emmy Hennings) savaşın getirdiği umutsuzluğa kapılmış, sosyo-kültürel olarak da orta ve üst sınıfın estetik ve değer anlayışlarına da karşı çıkmıştır.

Önceki

NFT ve Yapay Zekâ Alanlarında Haftanın Öne Çıkanları

Sonraki

Korku ve Travmaların Birlikteliği

Related Posts
Total
0
Share