Gerçek, Arkeoloji, Yansıma, Dayanışma ve Yoldaşlık

Melike Bayık, Ahmet Rüstem Ekici ve Hakan Sorar’la Bilsart ve Monoco.io’nun iki katlı mekânına yayılan “Rest in Pieces” sergisi üzerine konuştu.

Melike Bayık

Ahmet Rüstem Ekici ve Hakan Sorar’ın ikili bir çalışma ile uzun soluklu bir sürece yayılarak hazırlanan “Rest in Pieces” sergisi Bilsart ve Monoco.io’nun iki katlı mekânına yerleşerek izleyicinin deneyimine açıldı. Arkeolojiden, gerçeklikten, toplumsal konular ve dayanışmadan ruhunu alan sergi Domaniç Kurbağaları’nın çağlar boyunca devam eden mutlak yolculuğundan bir ilham ile sentezlenerek ortaya çıktı. Safi bir birliktelik ve birbirini sırtında taşıyarak sonu görünmez yollarda yürümenin ötesinde bugünün çarpık gerçeklikleri arasında bir omuz omuzalığın da timsalini sundu. “Rest in Pieces” sergisi Aralık 2023 döneminde Ahmet Rüstem Ekici ve Hakan Sorar’ın birçok kişi ve kurum iş birliği ile gerçekleştirdikleri bir sergi, tarih kaydına bu yönüyle yerleşti.

Melike Bayık: Ahmet Rüstem ve Hakan bu birlikte en kapsamlı serginiz oldu. Öncelikle bu serginin araştırma yolculuğu nasıl başladı?

Ahmet Rüstem Ekici &Hakan Sorar: Uzun süredir beraber yaşayıp beraber üretiyoruz. İlk ortak çalışmamız Fırat Arapoğlu ve Gary Sangster küratörlüğünde Aşıklı Höyük Kazı İzleri sergisi ile gerçekleşmişti. Burada özgün çalışmaları ile bizleri çok etkileyen arkeologlarla tanışma şansı yakaladık. Kazı izleri sergimizdeki bir çalışma Prof. Dr. Mihriban Özbaşaran’ın “Küçük kil figürinin büyük soruları” başlıklı makalesinden ilhamla ortaya çıkmıştı. Ardından bizi çok besleyen arkeoloji üzerine sohbetlerimize, okumalarımıza ve saha çalışmalarımıza devam ettik. Rest in Pieces sergisi bütün bu sürecin sonunda ortaya çıktı. Okuduğumuz her makale, kitap, kaynak bizi yeni ihtimaller ile buluşturdu ve arkeolojiye sanat/tasarım perspektifinden yeniden bakma şansı yakaladık. 2014 yılında basılmış Arkeoloji ve Sanat Dergisi’nin 147. sayısının kapağı bize yepyeni bir kapı araladı. Bu sayı Seyitömer Höyüğü Kazısı’nı konu olarak incelediği gibi kapakta bu höyükte bulunmuş 5000 yıl önce üretildiği düşünülen birbirini taşıyan kurbağa biçimli ritonların fotoğraflarına yer veriyordu. Bu nesneyi derinlemesine analiz ederek skeomorfizm üzerine düşünmeye, insanlığın doğayı ve kendinden önceki kültürü/ bilgiyi yorumlama taklit etme yeteneklerine odaklandık. Kütahya Domaniç bölgesinde kurbağaların günümüzde birbirini taşıyarak devam ettirdiği yolculukları belli ki 5000 yıl önceki bölge insanına da ilham olmuştu. Bu ilişkilenme biçimi yolculuğumuzu şu soru ile devam ettirdi. Biz birbirimizi nasıl taşıyoruz? Bu yolculukta bize kimler eşlik ettiler ve bu nasıl bir yolculuk? Ardından arkeoloji, sanat ve teknoloji denizinde kaybolmamak için ölüm, iz bırakma, kalıcılık, dönüşüm, katmanlar, parçalar halinde olma, arkeolojik yüzeylerin hikâye anlatım dürtülerine odaklanarak çalışmalarımıza devam ettik.

M.B.: Çok katmanlı bir araştırma sergisinden söz ediyoruz. İsminden de yola çıkalım isterim. “Rest in Pieces”. Oyuncu ve hicivli bir sergi ismi ile bu kavramsal anlatıya giriş yaptınız. Sergi adı ve kavramsal, formal anlatıdan söz eder misiniz?

A&H.: Ölüm doğal olduğu kadar politik de bir mesele. Rest in Peace kelimesi huzur içinde uyuma ile ilişkilendirilir ve özellikle arkeolojiye baktığımızda huzur içinde uyumak için kurgulanmış beden ve mimariyi buluşturan edebi istirahat mekanları en çok yağmalanan, parçalara ayrılan, kırılan mekanlar. Günümüzde mezar yapıları üzerinden saldırılar hala devam etmekte. Arkeoloji bir yandan parçaların, bilginin bir araya gelmesi ile bağlantılı. Biz de bu sergide dijital sahada çalışan sanatçılar olarak dijitalin kazısını gerçekleştirmek, geleceğe yapay zekâ ve 3B araçların günümüz potansiyelleri üzerine bilgi aktarmak istedik. Bunu yaparken tıpkı kurbağaların skeomorfizm vurgusu gibi biz de bir müze üzerinden mış gibi yapmak istedik. Müzeler de parçaların bir araya getirilerek toplum kimliğini inşa eden yapılar. Müzeler hangi eserleri nasıl bir süzgeçten geçirerek sergiler? Müze tüm kimliklere açık bir alan mı yoksa çoğu zaman soylu, iktidar sahibi insanların kalıntılarını deneyimlediğimiz bir alan mıdır? gibi sorular kurgusal bir müzeye parçalarımızı serpme fikrine dönüştü. Bu bağlamda, “Rest In Pieces” sergisi, sadece sanatsal bir ifade olmanın ötesine geçerek, tarihsel ve kültürel mirasın nasıl inşa edildiği, hangi seslerin duyulduğu ve hangilerinin susturulduğu üzerine kritik bir bakış sunuyor. Sergimiz, mezar yapılarının ve onların içinde bulunan hikayelerin, tarih boyunca nasıl politik bir araç haline geldiğini ve bu yapılardan çıkarılan bilgilerin nasıl kullanıldığını da araştırıyor. Bu şekilde, sergi, geçmişi, bugünü ve geleceği bir araya getirerek, tarih ve teknoloji arasında yeni bir diyalog oluşturuyor. Bir yandan bu kelime oyunu gibi sergiye sürekli bir dönüşüm hâkim. Sergide YZ araçları ile kelimelerin metinlere, 3B nesnelere, görsellere, sese ve videoya dönüşümünü kısaca kelimenin yapı bozumunu ve kelimenin dönüşüm potansiyellerine odaklanıyoruz.

M.B.: “Rest in Pieces” serginizde birçok farklı disiplinden eserinizi izleyebildik. Hem çoğulcu bir pratikle malzeme kullanımı hem de sanatçılar olarak kavramsal anlatıyı destekleyecek bir üretim yaklaşımı söz konusuydu. Buradaki disiplinler arası oluşu nasıl kurguladınız?

A&H.: Hem Aşıklı Höyük hem Tavşanlı Höyük kazılarında geçirdiğimiz süreçte birbirinden değerli arkeologların multidisipliner bakış açıları bize ilham verdi. Arkeoloji hali hazırda analitik ve sosyal bilimlerle yakın bağ kurduğu gibi arkeometri, arkeobotanik, zooarkeoloji, paleoekoloji, deneysel arkeoloji, sanat, mimarlık gibi birçok disiplin ile iç içe bir bilim dalı. Biz de kendi arkeolojimizi kurgularken çok sesli, çok araçlı bir üretim dili geliştirmeye özen gösterdik. Sergi 60’tan fazla insanın emeği ile ortaya çıktı. Öncelikle müzeyi kurgularken hangi eserlere odaklanmalı ve bu eserleri hangi üretim biçimleri ile ortaya çıkarmalıydık sorusu üzerine düşündük. Örneğin ölü/ölüm masklarını üretirken geleneksel yöntemler yerine dijital bedenlerimizin çıktılarını kullandık. Neolitik dönemden günümüze ölü maskları sureti, varlığı aktarmanın biçimlerinden biriydi. Fiziksel bir beden teması olmadan sureti geleceğe aktarmanın peşine düştüğümüz bu nesnede sanal veriyi 3D yazıcıdan çamur olarak basıp, parmak izi yerine makine izini deneyimlediğimiz ve ardından pişirdiğimiz bir yöntemle oluşturduk. Sergide çoğu şeyin sabit kalmamasına özen gösterdik. Bu nedenle müzelerdeki taş, ağırlık, sabitlik hissinin aksine nesnelerin sürekli akışan, dönüşen videolarını da kurgulayarak muğlak estetiğin peşine düştük. İstanbul, İznik, Kütahya, Adana, Mersin gibi şehirlerde saha ve atölyelerde çalışma fırsatı bulduk.

M.B.: Az önce söz ettiğiniz antik dönemlerden bugüne birbirini sırtında taşıyarak yeni bir yaşam olanağını başlatmak üzere hareket eden Kütahya’da keşfettiğiniz bu kurbağaların gerçek öyküsü ile bugünün yaşam ve kültür dünyası, hayatta kalma ve devam etme mefhumları arasındaki ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

A&H.: Serginin çıkış noktası Kütahya Müzesi’nde sergilenen 5000 yıl önce üretilmiş birbirini taşıyan kurbağa biçimli ritonlar ve Kütahya Domaniç bölgesinde günümüzde gözlemlenen kurbağaların birbirini sırtında taşıyarak yürüdükleri yolculuklardı.

Riton, libasyon kabı veya çoğu nesne bir zamanların gündelik nesneleri iken şimdi ise arkeolojik nesne olarak tanımlanabilir ve formu değil ama kimliği değişmiş bir nesneye dönüşebilir. Bu nesnenin doğadan ilhamla ortaya çıkması bizi çok etkiledi. Hikâye anlatma dürtülerimiz, becerilerimiz çeşitli malzemelerle buluşarak kimi zaman mozaik yüzeylerinde, kimi zaman fresklerde, lahit kapaklarında, vazolarda, tabaklarda karşımıza çıktı. Günümüzde bu dürtümüz hala devam etmekte. Sadece yeni ürünler üzerinde desenler ve izlerle kültürü yaşatmıyor yeni malzemelerle sürekli farklı aktarım metotları deniyoruz. İnsanlığın yüzbinlerce yıllık alet üretiminin merkezinde doğayı mimikleme sıkça karşımıza çıkıyor. Boynuz biçimli içki kapları, geyik dişlerinden aletler ve süs eşyaları, deniz kabukları ve doğanın sunduğu nice materyale ek olarak yeni karışımlar ve deneylerle yüzey, nesne inşa etme konusunda inanılmaz yol aldık. Belki de Kütahya Domaniç bölgesinde her Mart, Haziran aylarında gözlemlenen kurbağa göçü 5000 yıl önceki insana da ilham vermiş ve bu ilhamla günümüzde Kütahya müzesinde sergilenen bu kaplar ortaya çıkmıştı. Bir yandan taklit nesne, skeomorfizm dijital araçlarda da sıkça karşımıza çıkıyor. Örneğin bilgisayarlarımızda masaüstünde yer alan çöp kutusunun çöp kutusu şeklinde olması, elektronik kitap aldığımızda hala sayfa çeviriyor gibi sayfa çeviriyor olmamız hatta sayfa çevirme sesi çıkarmamız bu tanışıklık dürtümüzle ilişkili olabilir mi? Bu kurbağaların bir diğer ilham noktası ise bir şekilde ötekiyi temsil ediyor olmalarıydı. Sergi hazırlık sürecinde defalarca kez ziyaret ettiğimiz bölgede inek ve geyik tabelası gördük ancak kurbağa tabelası yoktu. Çünkü büyük bir hayvana çarparsanız malınıza, başkasının malına, canınıza zarar gelebilir ama bir kurbağanın ölmeye hakkı vardır, ezip geçebilirsiniz gibi bir durumla yüzleştik. Bölge insanına 5000 yıldır ilham verdiği düşünülen bu canlılar için ekolojik bir köprü yapıldı mı bu soruların da cevabını bulamadık. Üreme göçü kurbağaların araçların altında kalmaları ile devam etmekte. Aynı zamanda 5000 yıl öncesinin gündelik nesnesinin günümüzde arkeolojik nesneye dönüşmesi kimlik üzerinden düşününce oldukça ilham verici. Bu dönüşümü serginin bütün çalışmalarında gözlemleyebiliriz. Sergide yapay zekâ araçları ile fikirlerimizin kelimelere, kelimelerin ise metinlere, seslere, 3B dosyalara, videoya ve imajlara dönüşümünü deneyimlediğimiz gibi aynı zamanda bir imajın nesneye dönüşmesi üzerinden de deneyler kurguladık.

M.B.: Bilsart tarihinde 1 aylık süre ile en uzun sergi yapan sanatçılar olarak Bilsart’ın hem monoco.io hem de Bilsart alanlarını kapsamlı biçimde proje için kullanabildiniz. Mekânsal yerleşim, kurgu ve akış nasıl planladı?

A&H.: Projemiz 2 yıl önce şekillenmişti ve eserleri oluşturmaya geçtiğimiz yıl fikren başlamıştık. Bu noktada hem Theatrum Mundi interaktif Video deneyimimiz için hem de müze gibi kurgulayacağımız alan için bütün yerleşimi Bilsart’ın dolaşım rotasına göre şekillendirmiştik. Sergi bir trafik tabelası ile başlıyor ardından müze gibi devam ediyordu ve her durakta yapay zekâ görüntü, ses oluşturma araçlarının çıktılarına dair deneyimler yaşıyorduk. Kimi zaman lineer kimi zaman tepecik gibi davranan sergileme alanları ile izleyiciyi dolaşıma davet ediyordu. Üst katta ise Theatrum Mundi deneyim alanı yer alıyordu. Son derece yoğun ilgi ile açılan sergimiz açılış sonrasında da katalog sayımızdan yola çıkarak en az 1000 kişiye ulaştığımızı söyleyebiliriz. Röportajlar ve basın yansımaları ile Domaniç kurbağalarının görünürlüğüne dikkat çekmek en büyük arzularımızdan biriydi.

M.B.: Sergide birçok kişiden bireysel bağlamda destek aldınız ve iş birliği geliştirdiniz. Bu süreçten söz eder misiniz?

A&H.: Bağımsız sanatçılar olarak en büyük gücümüzü dayanışmadan aldık. Koleksiyonerlerimiz, bize bugüne kadar duo anlamda yol açan küratörler, sanat sahasında çalışan profesyoneller ve yolumuzun kesiştiği arkeologlar sayesinde sergi oldukça katmanlı bir yapıya evrildi. Sergi için hazırlanan kitapçıkta 16 metin bulunuyor. Bu metinler arkeoloji, mimari, medya sanatı ve yoldaşlığa dair sergi sürecinden de beslenen metinler. Bu noktada LG Oled desteği olmadan bu kitapçığı basamazdık. Aynı zamanda Kalben’in Mart ayında çıkacak Hatıraların Gölgesi isimli şarkısına yapay zeka görselleştirme araçları kullanarak hazırladığımız müzik videosu popüler kültür ve yapay zeka video oluşumu arasında değerli bir köprü kurdu. Asena Kumsal Şen Bayram’ın değerli katkıları sayesinde Lahit ve Friz işimizi 3D baskı olarak hazırlayabildik. Rest in Pieces sergisine adını veren bu kline tipi lahit, arkeoloji, sanat ve tasarımın kesiştiği noktada, yapay zekâ, 3D modelleme ve 3D baskı teknolojisinin etkileyici bir birleşimiyle ortaya çıktı. PLA malzemesinden 161 ayrı parça olarak basılan lahit, üzerinde sanatçılar ve köpeklerinin detaylı betimlemelerini taşıyor. Ön yüzeylerde ise yapay zekâ yardımıyla oluşturulmuş, kurbağa yumurtasını andıran soyut desenler bulunuyor. Modellemesine Mayıs ayında başlanan ve 28 Eylül 2023’te üretime geçilen bu proje, onlarca yazıcıda 96.603 dakika sürdü. Lahit, 17.85 kg filament kullanılarak, alt kaide (32 parça), duvarlar (65 parça) ve üst kapak (64 parça) olarak üretildi. 40’tan fazla katılımcının 48 gün süren özverili iş birliği ve İstanbul Teknik Üniversitesi ile İTÜ Mimarlık Fakültesi’nin desteğiyle gerçekleşti. Sergi kataloğunda herkesin ismini anarak ve tüm üretim süreçlerinin kaydını tutarak projeye değerli katkılarda bulunan Asena Kumsal Şen Bayram’a özellikle teşekkür ederiz. Bu yenilikçi ve etkileyici eserin oluşumunda emeği geçen herkese minnettarız

M.B.: Az önce de söz ettiğiniz gibi oldukça kapsamlı ve birçok kişinin de katkıları ile oluşturulmuş bir yayın da hazırladınız. Bir kitap gibi okunabilecek aynı zamanda sergiyi de içine alan kapsamlı bir yayın bu. Metinler, anlatı ve içerikte bu yayının önemi nasıl? Metinsel katkılar ve işbirlikleri nasıl planlandı?

A&H.: Bu serginin bir küratörü olsun istemedik. Onun yerine tıpkı birbirlerini taşıyan kurbağalar gibi bugüne dek yolumuzun duo olarak kesiştiği sanat profesyonellerinden metin yazmalarını rica ettik. Sera Yelözer, Arda Bülbül, Fırat Arapoğlu, Esra Özkan, Sinan Eren Erk, Nergis Abıyeva, Uras Kızıl, Aylin Alpüstün, Cansu Sönmez, Ayşegül Sönmez, İnana Abdelli, Kesra Mansuri, Feride İkiz, Asena Kumsal Şen Bayram, Onur Baştürk, Pascal Debodard ve Christian Poelzler metinleri ile sergiye eşlik ettiler. Böylece her yazarın sergiyi veya bu yolculuğu farklı şekilde ele aldığı çok yönlü bir kaynak kazanmış olduk. Burada oldukça deneysel yaklaşımlar da oldu. Örneğin Sinan Eren Erk’in yazısı QR kod ile metin, ses bağlamında bir ilişki kurdu. İkinci aşamada ise izlenim yazıları ve farklı arkeologların da metinleri ile İngilizce / Türkçe kaynak hazırlanacak. Sergi metinlerinde sadece yazarın perspektifi değil yazar eğer süreçte de oradaysa sürece dair izlenimleri de serginin bir parçası olabilir. Bu noktada bizleri farklı şehirlere götüren, yolculuğumuza eşlik eden Aylin Alpüstün ve Cansu Sönmez’in yazıları anı niteliğinde. Uras Kızıl & Nergis Abıyeva’nın “Domaniç Kurbağaları Bize Ne Söylüyor?” başlıklı akademik metinleri ise çok sevdiğimiz bir sanatçıdan alıntı ile başlıyor. “Hikâye ile gerçek anı arasındaki fark gerçek deneyimin bir kokusu olması ve tek sonla sarmalanmış olmamasıdır.” Nan Goldin

M.B.: Bu sergi bütüncül bir iş birliği, omuz omuza iradenin de bir göstergesi. Hem kavramsal olarak hem de somut olarak bunu görebiliyoruz. Bu denli kapsamlı desteklerle ilerlediğiniz sergideki destekçiler, üretimdeki iş birlikleri, kişi ve markalar kimler, nasıl bağlantılar ve destekler kurarak bu sergiyi gerçekleştirebildiniz?

A&H.: Dijital araçlarla sergi kurgulamak teknoloji ve altyapı anlamında çok seslilik içeriyor. Bahsettiğimiz gibi sergi dosyamız 1 yıl öncesinde hazırdı ve destek görüşmeleri için yavaş yavaş markalar, bireyler ile görüşmeye başlamıştık. Örneğin Asena Kumsal Şen Bayram sayesinde yolumuzun kesiştiği İnana Abdelli ve Kesra Mansuri atölyesinde 3D çamur kil baskılarımızı Adana’da gerçekleştirebildik. Tamamen Anadolu çamurları kullanmaya özen gösterdiğimiz çalışmalar bu atölye aracılığı ile hayat buldu ve pişti. Theatrum Mundi çalışmamızı her zaman Engin Arer’in üstün bilgisi ile gerçekleştirebiliyoruz. Bu defa sadece bu çalışma için ekibe Unreal Engine ve Blender gibi araçlar konusunda oldukça yetenekli Artun İmamoğlu katıldı. BD Dikey Bahçe firması, Kaan Sümer sayesinde Theatrum Mundi The Pond İnteraktif video yerleştirmesi oldukça etkileyici bir atmosferde yosun kokusu ile izleyici ile farklı bir bağ kurdu. Lahit ve Friz işimiz Asena Kumsal Şen Bayram sayesinde Marshall Logistics ve Porima Filament desteği ile hayat buldu. Yapay zekâ ile oluşturduğumuz videoları ile LG Türkiye aracılığı ile deneyimletebildik. Açılışımızda çok sevdiğimiz Brothers 1801 ekibi bizlerleydi. Bütün bu bağlantılar sergiye ve kurbağaların yolculuğuna önem veren insanlar sayesinde oldu. Bilsart ve Monoco’ya da ev sahipliği için teşekkür ederiz. Serginin yapay zekâ görselleştirme araçları ile oluşturulup el ile şekillendiği çalışma ise İznik Adil Can Nursan atölyesinde çok sevdiğimiz Cem Güven ile oluştu. Tekstil prodüksiyonunda ise Sinem Erşan’ın değerli katkıları ile malzeme çeşitliliği yüksek bir yerleşim ortaya çıkarmış olduk. Tıpkı kurbağaların bir arada yolculuğu gibi bu sergide iki sanatçının birbirine desteği ve diğer insanların bu sanatçılara desteği ile gerçekleşti.

M.B.: Sergide planladığınız ve gerçekleştiremediğiniz üretimler, eserler oldu mu ya da çeşitli iş birliklerini gerçekleştiremediğiniz konular gerçekleşti mi?

A&H.: Evet hem zaman hem de bütçesel nedenler ile maalesef bazı çalışmalarımızı gerçekleştiremedik ama model boyutunda sergiye dahil ettik. Bunlardan biri Torpido Tipi Lahit olarak adlandırılan pişmiş toprak lahitlerdi. Anadolu’da onlarca şehir ve ilçe müzesinde karşımıza çıkan bu lahit tipi ve isimlendirilmesi arkeolojiye çoğu zaman günümüzden ne kadar baktığımızın altını çiziyor. Atölyemizde canlı dinleme şansı yakaladığımız Kalben tarafından yazılan ağıt da belki bir sonraki sergide farklı formlara dönüşecek. Bunun yanında elediğimiz, sergilemediğimiz de çok fazla çalışma var.

M.B.: “Rest in Pieces” belki de hayat görüşünüzü de bu denli kapsamlı anlatan çok boyutlu bir sergi olarak izleyici ile buluştu. Bilsart’ın mekânında izlediğimiz bu sergide izleyicilerin katkı ve yorumları nasıldı? Serginin başından sonuna mekânda da olan sanatçılar olarak bir özet vermek istesek sizin görüşleriniz nasıl şekillendi, nasıl hikayeler ve konular ile karşılaştınız?

A&H.: Sergi mekânında vakit geçirmeyi ve diyalog geliştirmeyi sevdiğimiz için sık sık Bilsart ve Monoco’da vakit geçirdik. Okullar, öğrenci toplulukları, sanat gezi grupları tarafından sık yoğun ilgiyle ziyaret edilen sergide en tatlı anımız gazete kupürünü keserek sergiyi deneyimlemeye gelen bir izleyicinin varlığıydı. Theatrum Mundi deneyimi ise izleyicilerin en uzun vakit ayırdığı çalışmaydı. İzleyiciyi tüketici konumundan üreticiye dönüştüren bu eser çoğu deneyimcinin ilk defa oyun konsolu ile video içerisinde özgürce gezindiği bir deneyim olarak geri dönüşler aldı. Basında da oldukça yazılan serginin en önemli çıktısı umarım Domaniç Kurbağalarının ekolojik köprüye kavuşmaları ve yerleşik olduğu düşünülen bu türün korunması olur.

Önceki

Sanatsal Kimlik Doğrulamada Devrim Yaratan: Transient Labs'tan TRACE Teknolojisi

Sonraki

Refik Anadol ve Beeple'ı Bir Araya Getiren Deji Sanat Müzesi Asya Sanat Dünyası için Yeni Bir Dönemin İşareti mi?

Total
0
Share